İstanbul’un Tarihi Simgeleri THY’nin Kitabında Yerini Aldı!
World Tourism Forum
4-6 Şubat 20016 tarihleri arasında Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen World Tourism Forum’un ardından WTF’ya dair paylaşımlarımı yapmaya devam ediyorum. İstanbul’un Tarihi Simgeleri isimli yazım THY’nin kitabında yerini aldı ve ben de bu yazımı sizinle paylaşmak istedim.
Blogger Casting, World Tourism Forum için Türk Hava Yolları sponsorluğunda İstanbul üzerine yazacak yerli ve yabancı bloggerların, yazıları arasından seçilecek İstanbul yazılarının BlogBook içerisinde yayınlanacağını duyurdu.
Ben de doğduğum, yaşadığım ve sevdiğim şehir olan İstanbul’u yazmak istedim ve yazdım. İstanbul’un Tarihi Simgeleri ve Efsaneleri üzerine yazdığım bu yazı da, seçilen ve yayınlanan yazılar arasındaydı. Bu kitap, World Tourism Forum’dan bana kalan güzel bir hatıra oldu.
Şimdi, bu yazımı sizlerle de paylaşmak istiyorum.
İstanbul’un Tarihi Simgeleri ve Efsaneleri
İstanbul, efsanevi bir şehirdir. Yüzyılları yaşamış, birçok imparatorluk ve medeniyet görmüş geçirmiş bir şehirdir. Asya ile Avrupa’nın aşkla kavuştuğu, her iki kıtaya da hakim Yeditepeli güzel şehir İstanbul…
İstanbul’u İstanbul yapan İstanbul’un tarihi simgeleri nedir diye sorsanız, İstanbul’un sevdalılarından farklı cevaplar duyabilirsiniz. Kimi mağrur güzelliğiyle tek başına denizin ortasında duran Kız Kulesi’ni der. Kimi tüm efsaneleri ve içinde barındırdığı hayalleri ile göğe dimdik uzanan Galata Kulesi’ni der. Kimileri mistik ve eşsiz güzelliğiyle kendine hayran bıraktıran Ayasofya’yı söyler. Kimisi tarihi yarımadanın, İstanbul’un simgesi olma misyonunu elinde tuttuğunu der. Kimi neredeyse İstanbul’un ikinci ismi olmuş, ona adını veren Yeditepe’yi söyler. Kimi İstanbul’u yüzyıllardır koruyan kuşatan ve Boğaz manzarasının güzelliğine güzellik katan surları söyler.
Bana göre bu kadar zengin tarihi ve kültürel mirası olan bu şehrin simgesi, tek bir eser olamaz. Çünkü camileri, kiliseleri, sinagogları, anıtları, surları, kaleleri, tarihi evleri, çarşıları ve pazarlarıyla, İstanbul’un her şeyi başlı başına önemli bir simgedir.
Hangi kültürden ve coğrafyadan gelirseniz gelin, İstanbul’da kalbinizi çalacak ve sizi etkileyecek bir şey mutlaka bulursunuz. İstanbul sizi bir şarkıdan, bir hikâyeden, bir şiirden veya bir efsaneden yakalar. İçinize işler ve bir şekilde kanınıza girer. İşte o anda, insanda bir İstanbul sevdası başlar.
İstanbul’un bir yanı Romalı, bir yanı Bizanslı ve bir yanı da Osmanlıdır. Şehrin iki kıtada da topraklarının olması yanı sıra bu tarihi geçmişi nedeniyle İstanbul, hem Doğuludur hem de Batılı…
Yüzünüzü Sultanahmet’e çevirirseniz, sultanların şehri İstanbul olur. Arkanızı dönseniz, tüm ihtişamıyla akılları baştan alan Ayasofya ile Konstantinapoli olur. İstanbul’u seyrettikçe, anıtları ve kaleleriyle Romalı olur.
Kız Kulesi ve Kız Kulesi’ne Dair Efsaneler
Kız Kulesi, Asya ile Avrupa’nın buluştuğu noktada, İstanbul’un 2500 yıllık tarihine şahitlik eder. İstanbul’a ve İstanbul’un Boğazı’na sevdalı olan bu kule, büyük aşkıyla yıllara meydan okumuş, fedakâr bir âşık gibi İstanbul’a yarenlik etmiştir yüzyıllarca…
Kule bu kadar gizemli ve güzel durur da, yüzyıllık efsaneleri dilden dile ve kulaktan kulağa dolaşmaz mı hiç? Dolaşır elbet… Çünkü her güzellik, kendi efsanesini de yaratır aynı zaman da…
Hero ve Leandros’un Hüzünlü Aşklarının Efsanesi
Gelelim ilk efsanemize… Bu efsaneye göre Kız Kulesi, Hero ile Leandros’un ölümsüz aşklarına tanıklık etmiştir.
Afrodit’in rahibelerinden olan Hero, aşka yasaklıdır. Her yıl ilkbaharda doğanın uyanışı adına, tapınak çevresinde törenler yapılırmış. Bu törenlerde yenilir içilir ve aşkı bulamayanlar Afrodit’e, aşkı bulmak için yakarırlarmış. Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros, bu tören için geldiğinde Hero ile karşılaşır ve iki genç birbirlerine âşık olurlar.
Geceleri Leandros, yüzerek bu kuleye gelir. İki genç burada buluşarak, aşklarını Kız Kulesi’nde kutsarlar. Leandros’un kuleye geldiği fırtınalı bir günde, kıskanç bir rahip kulenin fenerini kapatır. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros Boğaz’ın sularına, sonsuz aşkıyla gömülür. Sevgilisinin gelmediğini görünce öldüğünü anlayan Hero da kendisini, aşklarının tapınağı haline gelmiş olan bu kuleden aşağı bırakır.
Kız Kulesi’nin, diğer mistik efsanesine de kulak verelim.
Yılanlı Hikâye
Bizans imparatorunun bir kızı olur ve kral buna çok sevinir. Kral ülkenin bilginlerini, kızını yetiştirmesi için görevlendirir. Ancak bilginlerden birisi kızının, on sekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak, zehirlenip öleceğini söyler. Bu kehanetten çok etkilenen kral, denizin ortasındaki küçük bir ada üzerinde bulunan bu kuleyi inşa ettirir. Kızını da kuleye yerleştirir. Böylelikle, yılandan kızını korumuş olacaktır.
Yıllar geçer ve kız, on sekiz yaşına girer. Bütün tedbirlere rağmen, kıza gönderilen üzüm sepetinin içinde bir yılan kuleye girer. Kimse farkına bile varamadan, prensesi yılan sokar ve kız zehirlenerek ölür. Kral, bu olay karşısında çok üzülür. Kızının toprağa gömülürse, yine yılanlara yem olacağını düşünür ve kızının cesedini mumya yaptırıp, pirinç bir tabuta koydurur. Bu tabutun da, Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini ister. Bu şekilde kızının, hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür.
Tüm bu hikâyelerde geçen prenseslere atfen bu kuleye Türkler, Kız Kulesi ismini vermişlerdir.
Ayasofya ve Mistik Efsaneleri
Bizanslıların ve Türklerin en büyük mabedi olmuş Ayasofya hakkında, inşa edildiği yıllarından başlayarak birçok efsane söylenmiştir.
Ayasofya’nın güney tarafındaki dehlizlerde bulunan oyuk bir taşın, Hz. İsa’nın beşiği olduğuna inanılmaktaydı. Kadınlar, yeni doğmuş olan rahatsız çocuklarını bu beşiğe koyarlarsa, iyileşeceğine inanırlardı.
Müslümanların inanışlarına göre ise Hızır Aleyhisselam, Ayasofya’da top kandilinin altında namaz kılardı. Kırk sabah aynı yerde namaz kılanların, Hızır’a rastlayacağına inanılırdı.
Hızır, onlara genellikle bir derviş kılığında görünürdü. Eğer o anda tanınır ve Hızır Aleyhisselam’ın eline sarılırsa, ondan istenen şey olurdu.
Ayasofya’nın kubbesindeki dört melek tasvirinin de, birer tılsım olduğu düşünülürdü.Bunlardan Cebrail sureti kanat takıp bağırsa, doğu semti ganimet olur derlerdi. İsrafil sureti bağırsa, batıda kıtlığa neden olurdu. Mikail seslense, kuzey tarafında bir asi ortaya çıkardı. Azrail seslense, veba baş gösterirdi diye düşünülürdü.
Ayasofya’nın, üç yüz altmış bir kapısı olduğu söylenirdi. Kapıların yüz tanesi, büyük kapıdır ve hepsi tılsımlıdır denirdi. Defalarca sayılsa bile bir kapının daha meydana çıkacağına, çıkan kapıya nişan konulsa bile görülmeyen başka bir kapının görüneceğine inanılırdı.
Ayasofya’nın batı tarafındaki direklerden biri, Terler Direk ismiyle anılmaktadır. Bu rutubetli sütunun önünden, asırlardır binlerce insan geçmiş ve türlü dertlere şifa olması ümidiyle uzattıkları parmaklarıyla, sütunda derin bir çukur bırakmışlardır.
Kıble kapısının kanatları, Nuh Peygamber’in gemisinin tahtasından yapılmıştır diye bir efsane vardı. Tacirlerin ve kaptanların o kapının önünde namaz kılıp, ellerini kapının tahtasına sürmeleri ve Nuh peygamber ruhuna bir Fatiha okuyup sefere çıkmaları uğurlu sayılırdı.
İstanbul’un Günümüzdeki Modern Dokusu
İstanbul’un tarihi ve modern yapıları birbirine öyle güzel uymuştur ki… Geçmiş şimdiyle, İstanbul üzerinde çok güzel kaynaşmıştır.
Boğaziçi Köprüsü, İstanbul’un güzel gerdanına takılmış hoş bir gerdanlık gibidir. Bu köprüden geçen birçok insan İstanbul’un, Asya ve Avrupa kıtasındaki günümüzdeki güzelliklerine şahit olur köprüyü her geçişinde…
Taksim Tünel, dünyanın en eski metrolarından biridir. Tünel, 1875 yılından günümüze gelerek Beyoğlu’nu, Karaköy ile ve geçmişi bugünle buluşturmaya devam eder.
İstiklal Caddesi’nin bir ucundan diğer ucuna gün boyunca gelip giden tramvay, nostaljik görünümüyle günümüzden geçerek, eski İstanbul’un izleri eşliğinde bugünkü yolculuğuna tanıklık etmek isteyen yolcularını taşır.
Tüm bu mistik düşünceler ve etkileyici efsaneler, İstanbul’un güzelliğine adeta büyülü bir güzellik katmıştır. Birçok efsanede de söylendiği gibi Ayasofya’yı gören, tarihi surlarına çıkan, Yeditepe’den eşsiz manzarayı seyre dalan, kulelerini dolaşan, saraylarını ziyaret eden, Boğazı’ndan bir kere geçen ve tarihi çeşmelerinden suyunu içen biri, bu şehirden asla kopamaz. Bir şekilde döner dolaşır ve yolu, yeniden İstanbul’dan geçer.
Figen Karaaslan © Seyyahça Şubat 2016