Edebiyat ve Sanat,  İstanbul

Kültürlerin Buluşma Noktası İstanbul

İstanbul

Var olduğu zamandan beri çok konuşulan, adına birçok romanlar ve şiirler yazılan, şarkılar söylenilen, çok istenilen, uğrunda savaşılan, görenleri kendine hayran bırakan, vazgeçilmez bir şehir İstanbul. İstanbul öyle büyülü bir şehir ki, ne bu şehir için söylenecekler tükenir; ne de İstanbul’a dair şarkılar, hikâyeler ve şiirler biter!

“Şehirleri, tıpkı kitapları okuduğumuz gibi okumalıyız.” demiştir Victor Hugo. Nazım Hikmet bir yar olarak gördüğü İstanbul’a  “Yüz bin gözle seyrederim seni…” cümlelerini yazmıştır. Orhan Veli şiirlerinde İstanbul’u dinlemiş ve hep İstanbul’u duymuştur.

Bu şehirde yaşam da, zaman da hiç durmaz, bu şehirde yaşanacaklar bitmez… Hangi kültürden ve hangi şehirden gelirseniz gelin, burada kendinize ait bir şeyler mutlaka bulursunuz. İstanbul sizi bir yerden yakalar, içinize işler ve kanınıza girer. İşte o an, içinizde bir İstanbul sevdası başlar…

Üç büyük imparatorluğu görmüş, yaşamış nadide bir şehirdir İstanbul. Biraz Romalı, biraz Bizanslı, biraz Osmanlı… Bu sebeple, hem Doğulu hem Batılıdır… Bu kent, birçok yaşamın yansımalarını size de yansıtır. Bir sokağında Roma’yı hissedersiniz, bir sokağında güzel bir lezzetle Anadolu kültürünü tadarsınız, bir semtinde Osmanlıyı anımsarsınız ve bir sokakta Konstantinopolis’i yaşarsınız…

İstanbul enerjisi yüksek bir şehir ve bu şehir, enerjisini toprağına adım atan ve toprağında yaşayan herkese hissettirir. Aynı Matruşka bebekleri gibi İstanbul’un içinde iç içe geçmiş birçok şey vardır ve siz bunları açtıkça, içinden başka şeyler çıkmaya devam eder: Tarih içinde tarih, yaşam içinde yaşam, kültür içinde kültür, medeniyet içinde medeniyet, güzellikler içinde güzellik, dünya içinde bir dünyadır İstanbul…

İstanbul’a dair düşüncelerimi ve hislerimi bu paragrafa kadar düz yazıyla ifade ettim. Şimdi nesir, yerini nazıma bırakıyor kalemimde…  Sizleri, rüya gibi bir İstanbul yolculuğuna çıkarmak istiyorum…

Bir İstanbul düşü

İçinde İstanbul geçen şiirleri sevdim.

Her bir dizesi,

İstanbul sokaklarına açılan…

Ey aziz İstanbul!

Başkenti sen olan şiirler geçiyor şimdi

Sokak sokak içimden…

 

Ölümsüz aşkların diyarı,

Kentlerin kraliçesi İstanbul

Hep özlenen, hep sevilen diyardın

Her dönemde, en gözde yardın

Gönülleri çelen…

Önce kalpleri fetheden

Sonra fethedilmek için

Yollara düşüren

Ve uğrunda ölünen âşktın!

 

Kitaplar, şarkılar yarım kalıyor

İçinde sen olmayınca…

Aşklar eksik yaşanıyor,

Sensiz olunca…

Boğaz’ın sularını

Kadehime dolduruyorum,

Efkârlanınca…

Denize vuran yakamozu meze yapıyorum,

Kadeh kadeh içiyorum ay ışığında…

 

Denizinle dertleşiyorum,

Bir sen dinliyorsun İstanbul beni

Derin ve içli içli…

Bir sen anlıyorsun halimi.

Kimi zaman çekiliyor sularım

Seninle baş başa kaldığımda, en derinlerdeki acılarım

Ve korkularım çıkıyor su yüzüne.

Kimi zaman fırtınalar kopuyor sularımda

İçim içime sığmıyor, taşıyorum.

 

Bazen içimde kabaran bir denizsin,

Bazense sakin bir sığınaksın İstanbul, benim için.

Herkesin demir atabileceği

Güzel bir limansın.

Fırtınalardan çıkmış,

Yorgun yürekler için bir barınaksın.

Kimseyi ayırt etmeden,

Koynunda taşıyan.

Enginliğinle sarıp sarmalayan…

 

Denizin üstünde doğan

Kızıl güneşin ilk ışıkları,

Şehrimin ışıklarıyla karışırken

Ve gece, güne doğru dörtnala koşarken

İzlerini sürüyorum meydanlarında…

 

İstiklal’in kalabalığına karışıp,

İçimdeki yalnızlıktan kaçarken,

Geçmiş beni yakalayıveriyor aniden

Düşüncelerimden…

Galata Kulesi’nin önünde,

Hezarfen’in kanat sesleriyle

Kendime geliyorum…

 

Zihnimdeki kalabalığı dağıtıp

İstiklal Caddesi’ni dolduran

Eski bir plaktan taşan

Rumca nağmelere bırakıyorum

Tüm düşüncelerimi…

Arkasına takılan,

Afacan çocukları kaçıran

Nostaljik tramvayın zili

Kilisenin çanıyla birleşiyor

Ve kulaklarımda çınlıyor…

 

Peşimden bir gölge gibi gelen

Tüm sesleri ardımda bırakıp

Kendimi tünelin içine atıyorum.

Ve anılarımdan, yokuş aşağı iniyorum.

Eski taş binaların ardında

Deniz çıkıyor, koşar adım karşıma.

Eski hatıralarım geçiyor,

Gönlümün kıyılarından karşıya…

 

Biliyorum, köprünün altından

Çok sular aktı,

Geçmişten bugüne…

Aklımda ne kadar efsane varsa

İstanbul, sana dair bildiğim

Hepsini suya söyledim.

 

Galata Köprüsü’nden geçerken

Köprüdeki balıkçıların,

Ağlarına takılıyor düşüncelerim…

Ansızın kimse kalmıyor içimde

Kendime yabancılaşıyorum.

Ve o an kendimden uzaklaşıyorum…

 

Tekrar kendime geldiğimde

Sultan Ahmet Meydanı’nda buluyorum kendimi.

Bir atlı süvari geçiyor,

Gözlerimin önünden

Aralarında, şehrin “Fatih”i,

Elindeki gülden buram buram

Tarihin kokusunu duyuyorum.

 

Kendi hikâyemi arıyorum

İstanbul’un sokaklarında.

Yeniden yazmak ve yaşamak için…

Her bir sokağa,

Mazideki adlarıyla sesleniyorum.

Sokaklar susuyor o an,

Hiçbir cevap alamıyorum.

Beyaz damarlı, tarihi sütunların

Arasından geçerken

“Poli” diye sesleniyor bana

Gaipten bir ses, usulca…

 

Sultan Ahmet Camii’nden gelen

Ezan sesleri karışıyor düşüncelerime…

Zihnimi susturuyorum

Ve gözlerimi kapatıyorum.

Ezan sesiyle birlikte

Kulağıma karışan,

İstanbul seslerini dinliyorum.

Sonra Orhan Veli’nin dizeleri

Dökülüyor dudaklarımdan

“İstanbul’u dinliyorum,

Gözlerim kapalı…” diyorum…

 

İstanbul ile birlikte yürüyorum

Yosun kokusu geliyor burnuma

Kokuyu takip ediyorum

Ve yine denize çıkıyor yolum.

‘Siren’lerin karşı konulmaz

Şarkıları çekiyor beni denize

Karşıya geçen ilk vapura atlıyorum.

Vapurda bir İstanbul düşüne dalıyorum…

 

Düşümde, ayaklarımı uzatıyorum denize

Balıkçıların ağlarına takılıyor ayaklarım.

Balıkçılar ağlarını toplamadan,

Ben ayaklarımı çekiyorum.

Dalgalı saçlı bir denizkızı

Denize çağırıyor beni…

Saçlarımın dalgası,

Denizkızının saçlarına dolaşıyor

Ve denizin dalgalarına karışıyor

Yedi tepeden esen yelle

Dalgalanıyor denizle birlikte.

 

Denize bırakıyorum kendimi

Yunuslar geliyor yanıma.

Birlikte yüzüyoruz, güle oynaya

Üsküdar kıyılarına…

Mavi köpüklerin arasında,

Kız Kulesi beliriyor karşımda.

Kız Kulesi’ne çıkıyorum.

Tüm özlediklerim

Ve beklediklerimle birlikte,

Kavuşamamış âşıklar geliyor kuleye

Efsane aşklarını anlatmak için.

 

Onların aşk öykülerini dinlerken

Gözlerimden akan tuzlu damlalar,

Denizin sularına karışıyor.

Bekleyenler, bekledikleriyle kavuşuyor

Kulede ve düşümde…

Hüzünlü gözyaşları, sevinç yaşlarıyla karışırken

Vapurun düdüğü acı acı öterken,

Gördüğüm İstanbul düşünden uyanıyorum

Ve gözlerimi Kız Kulesi’ne açıyorum…

Figen Karaaslan Seyyahça © Mayıs 2011

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kendim için modern bir Seyyah Kadın gezgin diyebilirim. Yaşamın, bir yol ve yolculuk olduğuna inanıyorum. Seyahat etmeyi, insanı içsel yolculuklara taşıdığını düşündüğüm için seviyorum. Bu sebeple de, fırsat buldukça, bir seyyah gibi geziyorum ve yolculuk yapıyorum. Yaşamın, paylaştıkça zenginleştiğine ve anlamlandığına inandığım için de; gördüklerimi ve yaşadıklarımı Seyyahça’da yazarak, paylaşıyorum. Yaşam yolunda yolculuk ederken; 2014 yılında, Yaşamı Kullanma Kılavuzu isimli bir kitap yazdım ve yayınlattım. Mersin Üniversitesi Seyahat İşletmeciliği ve Yakın Doğu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık mezunuyum. 10 yıldan fazla reklam-metin yazarlığı, editörlük ve içerik editörlüğü yaptığım profesyonel meslek hayatıma; editörlük, kurumsal iletişim ve dijital pazarlama ile devam ediyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.